ESKİŞEHİR BAROSU
ÇOCUK HAKLARI İZLEME KOMİSYONU
KONU : 20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI
ÇOCUK HAKLARI, kanunen veya ahlakî olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu, eğitim, sağlık, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel kavramdır.
Çocuk hakları, insan hakları kavramının içinde ele alınması gereken bir konudur. Bugün, dünyanın birçok yerinde var olan insan hakları ihlalleri, çocuk boyutunda daha geniş kapsamlı ve büyüyerek, müdahale edilmesi daha zor bir şekilde yer almaktadır.
Uluslararası Af Örgütü'nün belirttiğine göre; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, emek sömürüsü, pornografi, şiddet, yasa dışılık gibi olumsuz etkenlerin dahilinde, çocuk hakları ihlalleri daha büyük boyutlarda olmaktadır.
Çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin yerleşmesi, çocukların bakımının bir toplum sorunu olduğu ve bilimsel yaklaşımlarla herkesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiği düşüncesi, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi ile şekillenmiştir.
Günümüzde çocuk hakları ile ilgili olan uluslararası belge 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve 193 ülke tarafından onaylanmış olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmedir. Yirminci yüzyılın başlarında çocukların erişkinlerden farklı haklara sahip olduğu, dolayısıyla da bu hakların ayrıca tanınması gerektiği konusunda, değişik ülkelerde farklı hareketler ortaya çıkmaya başlamıştır.
20 Kasım 1989'da Birleşmiş Millet Genel Kurulu'nda onaylanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi Türkiye, 29-30 Eylül 1990'da imzalayıp, 9 Eylül 1994 tarihinde onayladı. Sözleşme 27 Ocak 1995'de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Türkiye'de neler yapıldı….
Çocuklarla ilgili göstergeler birçok alanda gözle görünür bir iyileşmeye işaret etmektedir. Türkiye'de yedi yaş altı çocuklar için beklenen okula devam süresi 2006'da 11,6 yıl iken 2011 yılında 11,8'e yükselmiştir.
2011-2012 Milli Eğitim İstatistiklerine göre okul öncesi eğitimde okullaşma oranı üç beş yaş aralığı için yüzde 30,87, dört beş yaş aralığı için yüzde 44.04, beş yaş için ise yüzde 65,69'dur.
İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98,67, ortaöğretimde yüzde 67,37'dir. 2010-2011 verilerine yükseköğretimde okullaşma oranı ise yüzde 33,06'dır.
Sağlık göstergeleri açısından temel göstergelerin önemli ölçüde iyileştiği açıktır. 2005 yılında her 1000 canlı doğumdan 21,4'ü (2005) bir yaşından önce ölümle sonuçlanırken bu oran 2011 itibarıyla 7,7'ye düşmüştür.
Çocuk ölüm hızı (beş yaş altı) yaklaşık olarak binde 26,6'dan binde 11,3'e (her bin canlı doğumda) düşmüştür. Ancak Kurban Bayramı tatilinde İki aylık bebeğini tek başına evde bırakarak ölümüne neden olduğu iddiasıyla ilkokul öğretmeni Seçil M.D. olayı hepimizin kanını dondurmuştur. Basın açıklamamızda değinmeden edemeyeceğimiz bu olayın hem çocuk hakları hem de toplumsal bir çok değinilmesi gereken yönü vardır. Bir öğretmen annenin bu şekilde çocuğunu evde bırakabilmesi konunun diğer bir yanıdır. Çocuk ölümleri azaldı derken, bu sefer de bu vahim ölüm nedeniyle kendi annesinin bile çocuğunun yaşam hakkını hiçe saymasını nefretle kınıyoruz.
Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2011'e göre sağlık kuruluşlarında gerçekleşen doğumların tüm doğumlar içindeki oranı, 2002'de yüzde 75 iken 2011 itibarıyla yüzde 94'e yükselmiştir.
Erken çocukluk eğitimi ve anne-baba eğitiminin yaygınlaştırılması konularında önemli gelişmeler yaşandığı gözlenmektedir. Çocukların iyi beslenmesi ile ilgili kentsel ve kırsal alanlardaki farklılıklar azalmaktadır. 2008 yılında kırsal alanda düşük ağırlıklı çocukların oranı yüzde 4,8 iken, kentsel alanlarda yüzde 2,1 olarak bulunmuştur. Son bulgular Türkiye'de gıda yoksulluk oranının 2008 yılı itibarıyla yüzde 0,54 olduğunu (bu rakam 1994'te yüzde 2,9'dur.) ortaya koymaktadır
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın çocuklar için koruyucu-önleyici sosyal hizmet anlayışına yönelik çalışmaları ise umut vericidir.
Bilhassa töre adı altında “ ÇOCUK GELİNLERİN “ sayısının artması aslında çocuk istismarının başka bir boyutu olup, bakanlığın bu yönde ciddi mücadelesi söz konusudur.
Aynı şekilde ekonomik anlamda büyük sömürü anlamına gelen ÇOCUK İŞÇİLİĞİ ise sadece Türkiye’nin değil dünyada çözüm yaratılması gereken başka bir konudur. Çocuklar arasındaki göreli yoksullukla ilgili son OECD verilerine göre Türkiye'de bu yoksulluğun yüzde 24,6 ile OECD ülkeleri arasındaki en yüksek oran olduğunu göstermektedir. İlkokulda olması gereken yaklaşık 70 bin çocuğun kaydının olmadığı görünmektedir.
Çocuk işçiliği rakamlarında önemli düşüşler yaşansa da sorunun ciddiyeti devam etmektedir. Çocuğa yönelik şiddet, ihmal ve istismar giderek artan bir biçimde çocuklarla çalışan profesyonelleri endişelendirmektedir.
Çocuk ve gençlere yönelen okul dışı serbest zaman etkinliklerinin son derece sınırlıdır. Mevcut göstergeler incelendiğinde yaklaşık 15 yılda yargılanan çocuk sayısının iki kat arttığı görülmektedir.
Peki, bu gelişmelere karşın varlığını sürdüren sorunları nasıl açıklamak gerekiyor? Sorunun yanıtı yukarıdaki rakamlarda gizli. Eşitsizlik.
Tüm bu tabloyu çocuk haklarını temel alarak yorumlarsak: Çocukların yaşam hakkının korunması açısından halen önemli risklerin var olduğu, bu risklerin hem ailede hem de kurumsal ortamlarda varlığını sürdürdüğü, yoksulluk, şiddet ve istismar döngüsünün çocukların gelişme hakkından yararlanmaları önündeki en önemli engel olduğu yanı sıra gelir adaletsizliği ve buna dayalı olarak belirginleşen bölgesel/kentsel farklılıkların yaşam ve gelişme hakkını tehdit ettiği, fırsat eşitsizliğinin çocuklar özelinde toplumsal barışı tehdit eden en önemli unsur olduğu rahatlıkla söylenebilir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, engellilik olgusunun, kırsal bölgelerde yaşamanın, etnik ve dini farklılıklara sahip olmanın çocuklar için önemli sorunları tetiklediği unutulmamalıdır. 19.11.2013