BASINA VE KAMUOYUNA
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü
Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kadın (Mirabel Kardeşler) 25 Kasım 1960 tarihinde tecavüz edilerek vahşice öldürüldü. Birleşmiş Milletler 1999 yılında 25 Kasım tarihini ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak ilan etti.
Geçen yıl olduğu gibi bu 25 Kasım’da da ülkemizde kadına yönelik şiddetteki artışı konuşuyoruz. Bianet isimli bir internet sitesinin tespitine göre: 2013 yılı Ağustos ayında erkekler tarafından 24 kadın ve bir kız çocuğu öldürüldü; 21 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi; 19 kadın yaralandı; 7 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulunuldu.
2013 yılının ilk sekiz ayında erkekler tarafından 122 kadın öldürüldü; 118 kadına tecavüz edildi; 146 kadın yaralandı; 117 kadına cinsel tacizde bulunuldu.
Kadına Yönelik Şiddet sorunu tek yönlü bir sorun değil, bir eşitsizlik ve ayrımcılık sorunudur. 4+4+4 eğitim sistemiyle kız çocuklarının eğitim hakkını dolaylı olarak sınırlayan ve çocuk evliliklerinin önünü açan hükümet, şimdi de liselerde evliliğin mümkün olması için çalışmalar yapmaktadır. Yine “evlilik teşvik paketi” adı altında, evlenenlere faizsiz kredi vererek öğrencilerin de mevcut kredi borçlarını sileceğini söylemektedir. Son olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ile ortak imzaladıkları proje kapsamında 20 bin evliliği kurtaracaklarını duyurmuştur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, adından “kadın” kelimesini çıkardıktan sonra kadın merkezli projelere değil, “aile” merkezli projelere yönelmiş; kadın örgütleriyle değil Diyanet İşleri Başkanlığı ile çalışmaya başlamıştır. Oysa siyasi iktidarın ve bakanlığın asli görevi kişileri evlendirmek yada boşanmalarına engel olmak değil, kadına yönelik sistemli şiddeti önlemektedir. Çünkü ülkemizde bir “evlenememe” yada “aşırı boşanma” sonunu değil, “boşanmak istediği için öldürülen kadınların can güvenliği” sorunu vardır.
Siyasi iktidarın üç çocuk, hatta son olarak beş çocuk ısrarı ve “kürtaj hakkını” sınırlamaya yönelik “kürtaj katlimdır” açıklamaları sonrasında; hastaneler fiili olarak kürtaj yasağı başlatmıştır. Gebeliğini sonlandırmak isteyen kadınlara ikna odaları kuran hükümet, kadın bedenini bir siyaset alanı olarak kullanmaya devam etmektedir.
Siyasi iktidarın “kızlı-erkekli evler, meşru-gayri meşru hayatlar” açıklamaları sonrasında çeşitli illerde yapılan ev baskınları özel hayata yönelen bir hak ihlali olmasının yanında; kadına yönelik bir şiddet riskini de içerisinde taşımaktadır.
Kadına Yönelik Şiddet vakalarında en önemli şey mağdurun adalete erişiminin “kolay ve ucuz” olması, adaletten alınan sonucun ise “hızlı ve etkili” olmasıdır. 6284 sayılı yasaya dayanan tedbir taleplerinden herhangi harç alınmasada, bu taleplere bağlı olarak istenen boşanma ve velayet davalarından harç alınmaktadır. Değişen Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince tüm yargılama giderlerinin peşin yatırılması istenmekte, en basit boşanma davası dahi yüzlerce liraya mal olmaktadır. Yasalarda var olan "Adli Yardım" talepleri yetersiz, standart gerekçelerle red edilmekte, bu rakamları temin edemeyen kişiler davalarını açamamaktadır. Hak arama özgürlüğü ile adalete erişimin önündeki yüksek yargılama harcı engeli kaldırılmalıdır.
Kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla mücadele için şuan 14 ilde pilot uygulamalarına başlanan, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinde (ŞÖNİM) bir çok sorun yaşanmaktadır. Bu merkezlerin kadroları derhal artırılmalı, kendine özgü bütçesi oluşturulmalı, kurumlar arasındaki ilişkide yetki karmaşasına son verilmeli, herkesin eşit derecede hukuki yardımdan yararlanmasının koşulları oluşturulmalı, belirsizlikler yok edilmelidir. Ayrıca Merkezde Kadın Örgütleri ve Sivil Toplum Kuruluşlarının da temsilinin sağlanmasının yanında daha önce yaptığımız eleştiri ve önerilerin de dikkate alınması gerekmektedir. Yoksa ŞÖNİM'ler varolan kaosa yenilerini ekleyecek ve beklentileri karşılamayacaktır.
Siyasal iktidar ve siyasal iktidarın tüm temsilcileri başta olmak üzere Devlet aygıtının tüm kurumlarının şiddet dilini derhal bırakması gerekmektedir. Şiddet söylemi sadece dilde kalmamakta, en makul hak taleplerinde dahi demokratik protesto hakkını kullanan yurttaşlarımıza biber gazı gibi kimyasallar, tazyikli su, cop ve sair suretlerle şiddet uygulanmaktadır. Gezi eylemlilikleri sürecinde kolluk güçleri tarafından gözaltına alınan kadınlar; “cinsiyetçi küfürler” ve “ince arama” adı altında tacize uğradıklarını beyan etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti şiddeti bir iletişim ve çözüm metodu olarak benimsemeye ve kullanmaya devam ettiği müddetçe, toplumsal barışın sağlanması ve barış dilinin konuşulması mümkün olmayacaktır. Her söyleminde şiddeti kutsayan bir devletin, şiddetin yanlışlığını anlatabilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede mesafe kaydedebilmesi mümkün değildir.
Eskişehir Barosu Kadın Hukuku Komisyonu olarak kadına yönelik şiddeti önleme konusunda kentimizde bir çok çalışmayla kamu görevimizi ifa ettik. Bu görevimizi yapmaya devam edeceğimizi kamuoyuna bildiririz.25.11.2013
ESKİŞEHİR BAROSU
KADIN HUKUK KOMİSYONU BAŞKANI
AV. PINAR ÇELİK ARPACI