Dominik Cumhuriyeti’nde baskıcı siyasi iktidara karşı mücadele eden Mirabel Kardeşler'in 25 Kasım 1960 tarihinde tecavüz edilerek vahşice öldürülmesi dünyada büyük bir infial yaratmış, üç kadının uğradığı bu şiddetle hayatlarını kaybettikleri gün olan25 kasım, Birleşmiş Milletler'in aldığı kararla "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak ilan edilmiştir.
25 Kasım tarihi, her türden şiddete karşı kadınların bir bilinç oluşturmaya çalıştığı ve kadın dayanışması ruhunu kurduğu mücadele günleridir.
Ülkemizin kadına yönelik şidfdet konusunda karnesi oldukça zayıftır. Dünya Ekonomik Forumu'nun yayımladığı "2013 Cinsiyet Ayrımcılığı Raporuna" göre; kadınların siyasal, ekonomik ve sosyal konumuna dair 136 ülkeye ilişkin veriler içeren raporda, kadın-erkek eşitliği bakımından İzlanda, Finlandiya ve Norveç ilk üç sırada yer alırken Türkiye 120.sırada yer almaktadır. Şiddeti önleme konusunda, siyasi iradenin yetersizliği ve isteksizliği bu rakamların diliyle konuşacak olursak çok açıktır.
1 Agustos 2014 tarihinde yürürlüğüe giren "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Sözleşmesi'ne" (İstanbul Sözleşmesi) rağmen gereken önlemler alınmamış ve yükümlülükler yerine getirilmemiştir.
8 Mart 2012 tarihinde yürürlük kazanan 6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un" varlığına rağmen kadınlara yönelik şiddet örnekleri, kadın cinayetleri hız kesmemiştir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından "şiddete sıfır tolerans" sloganıyla ortaya konulan bu yasal düzenlemeler, uygulamada bir reklâm kampanyası izlenimi vermektedir. Bu alandaki resmi veriler ve sivil toplum örgütlerinin istatitistikleri incelendiğinde şiddetin yarattığı tahribat açıkça görülmektedir.
Basın ve ana haber bültenlerinde kadın cinayetleri haberlerinin veriliş şekli kadına yönelik şiddeti olağanlaştırmaktadır. Kadına yönelik şiddet fiillerinin yargılandığı davalarda şiddet uygulayanlara aileyi korumak adına haksız tahrik indirimleri uygulanmaktadır. Aynı davaların görüldüğü mahkeme heyetleri şiddet mağdurlarına koruma kararları vermekte isteksiz davranmakta; buna rağmen verilmiş koruma kararları ise uygulanmamaktadır. Kısaca ülkenin kadınları yine yok sayılmakta ve yine kadınların hakları görülmemektedir.
Yine son yıllara baktığımızda, kırk yılı aşkın süredir devam eden kadının insan hakları mücadelesinde elde edilen haklarının, tek tek siyasi irade tarafından yok edildiği görülmektedir. Kürtaj yasakları, sezaryen uygulamalarına getirilen sınırlamalar, tecavüz mağduru hamile kadınlara neredeyse doğum yapmaya zorlayan düzenlemeler kadınları yok sayan yeni saldırı biçimleridir.
Kadınlara sadece doğurganlık ve annelik rollerini bahşeden kurulu sistem; kentsel dönüşüm planları ile kadınları merkezlerden ve sosyal yaşamdan uzaklaştırıp eve hapsetmeyi amaçlamaktadır. Evlilik teşvik kredilerinin yaygınlaşması,lisede okuyan kız öğrencilere evlenme izninin tanınması, üç değil beş çocuk yapma çağrıları kadınları tek bir statüye, doğurgan bir canlıya indirgemektedir. Oysa annelik ve eş olma dışında mesleki, sosyal, siyasi ve kültürel kimliklere sahip olan kadınların bu yöndeki mücadelesi ciddi bir siyasi ve hukuki engellemeyle karşı karşıyadır.
Kadın istihdam paketi ile kadınlar düzenli ve güvenli işler yerine, kısmi zamanlı düşük ücretli sermaye çalışanı olarak görevlendirmektedir. Kadına yönelik şiddet önlenemediği gibi kadın bedenine yönelmiş bulunan kürtaj, sezaryen, ertesi gün hapı kullanımı, kızlı erkekli öğrenci evleri, karma eğitim kurumları ile tartışmalar doğrudan kadına yönelen bir başka şiddet türü olmuştur.
Eskişehir Barosu Kadın Hukuku Komisyonu olarak kadına yönelik şiddeti önleme konusunda bilinçlendirme toplantıları, şiddet mağdurlarının davalarının takibi gibi çalışmalarla kamu görevinde bulunduk. Şiddete uğrayarak hayatını kaybeden bütün kadınların anısına kadına yönelik şiddetin son bulacağı güne kadar bu mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiririz. 25.11.2014
ESKİŞEHİR BAROSU KADIN HUKUK KOMİSYONU