BASINA VE KAMUOYUNA
Kamuoyunda Gezi Davası olarak anılan ve dün karar duruşması olan davada Osman Kavala’nın Türk Ceza Kanunu’nun 312/1. maddesinde düzenlenen “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçu gereği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına; Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin ise aynı suça iştiraklerinin yardım boyutunda kalmış olması sebebiyle 18’er yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
Hukuk devletinde herkes yargılanabilir, suç varsa da yasaların öngördüğü şekilde suç işleyen kişiler elbette cezalandırılır. Buna bir itirazımız yok. Ancak yargılamanın bağımsız, tarafsız, şeffaf ve kamu vicdanını rahtlatmasıyla birlikte hukuka ve adalete olan inancı da güçlendirmesi beklenir.
Mesele Osman Kavala ve yargılanan diğer sanıkların kişilikleri ve ideolojileri değildir. Bu kişiler suçludur yada masumdur. Tartışmamız gereken konu bu da değildir. Davaları kişiler üzerinden değerlendirdiğimiz takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşılması da mümkün olamaz.
Maalesef Türkiye’de yargı çok uzun süredir idarenin vesayeti ve baskısı altında nefessiz bırakılmış durumdadır. Bir kısım ideolojik davranan ve parti kadrolarından hakim olarak atanan ve üzerinde taşıdığı cübbenin onuru yerine peşinden gittiği siyasi ideolojinin yargı ayağını oluşturan anlayış eleştiri konumuzdur. Üç kişilik mahkeme heyetinde yer alan ve daha önce mevcut siyasi iktidar partisinden milletvekilliği adaylığı söz konusu olan bir kişinin hakim olarak bu kararı veren heyette yer alması, yargının tarafsızlığı ilkesini zedelediği gibi kararın meşruiyetini de tartışılır hale getirmektedir. Yine bu davada 2013 yılında suç teşkil etmeyen bir eylemden dolayı alınan dinleme kararlarının 2014 yılında ceza kanunumuzda suç olarak tanımlanan bir suça delil olarak esas alınması hukuka aykırı delille hüküm kurmaktır. Bu konuda gerek ceza yargılama tekniği, gerek hukuka aykırı delillere ilişkin yargıtayın yüzlerce içtihadı yok sayılarak hüküm kurulması eleştiri konumuzdur. İtirazlarımızda buna ilişkindir.
Şayet hukuku kişilerin ideolojilerine ve kişiliklerine göre eğip bükerek yargılamaya konu ederseniz, bir gün hepimiz bu hukuksuzluğun altında kalırız. Eğer bugün bu hukuksuzluğa ses çıkartmaz isek 84 milyon Türk Vatandaşının yarın benzer hukuksuz yargılamalarla mahkum edilmesinin önüne geçilemez.
Günün yargısı maalesef Demokrasi ve Adaletin önündeki en büyük engellerden olmaya başlamıştır. Bugün hukuk olarak tanımladığımız her şey mevcut siyasi iktidarın hedeflerini gerçekleştirmeye hizmet eden bir yapı haline gelmiştir. Yargı teşkilatı maalesef siyasi iktidarın zulüm ve toplumsal baskısının meşrulaştırma aracı haline getirilmiştir. Bu tip davalarla toplumun tüm kesimlerine verilen mesaj “ bana itaat etmezseniz adaletimin kılıcı ensenizde,ona göre ayağınızı denk alın” mesajıdır. Bu sistemin bu şekilde devam etmesi mümkün değildir. Hukuk devleti ve demokrasiden her geçen gün uzaklaşılması bu ülkenin asıl beka meselesidir. 2013’ten bu yana, gezi protestoları sırasında acımasızca öldürülen gençlerimizin hesabı dahi sorulmamışken, dün çıkan bu haksız karar, Gezi Davası’nın yalnızca bağımsız ve muhalif sesleri susturma amacı taşıyan bir girişim olduğunu hepimize tekrar göstermiştir. Hukuki öngörülebilirliği ve hukuki güvenilirliği ortadan kaldıran Gezi Kararı, siyasal iktidarın bugün hepimizin Anayasa ve Uluslararası Sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerine göz diktiğinin de resmini çizmiştir.
Şunun çok iyi bilinmesini istiyoruz: BAROLAR İÇİN İNSAN HAKLARINI KORUMAK YASANIN EMRETTİĞİ BİR GÖREVDİR. Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesi, Barolara “insan haklarını savunmak ve korumak” görevi vermiştir. Açık deyişle; Barolar için insan hakları savunuculuğu; toplumsal duyarlılık ya da hassasiyet gibi sübjektif bir değerlendirme değil, yasanın emredici maddelerine göre, kendisine verilmiş bir “görev”dir. Hak mücadelesinin yılmaz savunucuları olan Avukatlar ve Barolar, insan haklarına vurulan her zincirin karşısında dimdik durmuştur ve durmaya da devam edecektir. Eskişehir Barosu olarak Türk Yargı tarihine ve sistemine yönelik olarak, öç alma duygusu ile yaratılan tüm hukuksuzluklara karşı mücadelemizi yılmadan sürdürmeye devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.